|
Tasarım duayeni Chief Designer Engin
Okvuran'ın CAR Styling dergisinin şubat sayısında yayınlanan yazısı....
Bu yazımda bildiklerimi değil,
düşüncelerimi bir disiplin içinde yazacağım....
Tasarım konusunda geçmiş aylardaki Car Styling dergisine baktığımda
bir hayli yol aldığımızı görüyorum. Doğaldır ki; yazılarımızı takip
edenler var, dergiden bihaber olanlar var. Yazdıklarımın edebi
yönünü bir tarafa bırakın, nerede ise bir sömestirlik ders verdiğimi
görüyorum. Ve de aktardıklarımı, koskoca 25 yılda Türkiyemiz'in en
önde gelen otomotiv şirketinde baş tasarımcı olarak, aktarılması
gereken kadar yazıya döktüm. Sanırım verdiklerim, bir daha kolay
kolay kimsenin yazmaya bile cesaret edemeyeceği, hatta yanına bile
yaklaşamayacağı, ve de bu kadar büyük şirkette çalışıp da dergide
yazı yazmanın oluru bile hayal iken, ben yazdım. Neden...?
Nedenlerin sıralanmasında ilk yeri güven alır. Şirketim bana
güvenmiştir. İkincisi, ve de bana göre en önemlisi yurdumuzda
otomotiv dizayn konusunda, pek bunu söylemek hoş değil ama, bu araç
benim tasarımımdır diyen kaç kişi çıkacak...? Ben ismen büyüklerimi
biliyorum... Üç kişi değildir. Koskoca vatanımda bu büyük otomotiv
dünyasında...
Konumuz bugün budur. Neden tasarım dünyasında, evet genelleme
yapıyorum, neden tasarım dünyasında çok az sayıdayız. Aslında tam
yerine oturmuş sözcük bulamıyorum. Bakınız yukarıda paragraflarda
kendi kişiliğimi aşan laflar sarfettim. Otomotiv dünyasında beni
bilen bir dolu insan vardır. Yazdıklarım yaptıklarımız yanında değil
devede kulak olmak, denizde damla kalır. Ama bir dostumun ricası ile
ve de şirketimin anlayışı ile dile getirdiğim yazıların bir kopyası
da bir yerlerde olmayacak.
Kimdir okuyanlar...?
Takip edenler...?
Üniversiteler...?
Gazeteciler...?
Tv...?
Heleki gençler...?
İşte vatanımın gerçeği burada...
Eğer ben üniversite çağlarımda bu şekilde tasarım konusunda yazı
yazan birini görseydim veya bir sayfasını okuyabilseydim, yatağımı
yorganımı adamın kapısını önüne sererdim. Yine bir hocamın dediğini
tekrar edeyim : ”Bir şeyi bilmek demek, onu bir yerden öğrenmek
demektir.”
Yazılar yazdığım derginin inanın sahibini tanımam... Belki ayıp bile
olacak ama şu an adını bilmem.Bir defa beni ziyarete gelmişlerdir, o
kadar. Anlatmak istediğim olgu şudur; bir sürü riskleri yaşam şeklim
olan cesaretim, ve de yardımlaşmamdır, paylaşmamdır yazılarım...
Tasarımın içinden aktardıklarımdır yazdıklarım. Endişem sanki kendim
yazıp kendim okuyormuşum gibi geliyor bana. Gerçekte de böyle ise,
hakikaten günah...
Dergimden ricam şudur; tüm üniversitelere bu dergiden ücretsiz
gönderin. Hele tasarım fakültelerine mutlaka yollayın. Aralarından
gelen biri olarak, arkadaşlarımın çoğunun haberi yoktur. Hele son
sınıf öğrencilerinin heyecanını bilirim. Ne yapacağız iş hayatında
diyen arkadaşlarıma okutun yazılarımı.
Gazatelere yollayın. Hala vatanımda montaj diyen, tasarımı kökünden
dışa bağlı diyen, televizyonlara da bende çizdim diyen gazeteci
büyüklerime ismen yollayın.
Otomotiv dünyasının, mühendisliği ile,
tasarımı ile, teknolojisi ile nerelere geldiğimizin kanıtını sürdüm
yazılarımda. Hikayesini yazmadım. Felsefesini yapmadım. Zamanımı
verdim.
Bir büyüğümün dediği gibi kendim için bir şey istiyorsam
.........Bakınız nerelere geleceğiz buradan.
Tasarlamak için ortamın, yani bulunduğunuz aileden başlayıp, sosyal
kuruluşlar dahil, iş yeriniz ve de ulusunuzun da hazır olması
gerekir. Özet ile çevrenizin de hazır olması gerekir.
Geçen gün moda dergisinde bir büyük firmanın ortağı veya yandaşı
"ben terziyim" dedi. Çok hoşuma gitti. Tasarımcıyım diyemedi, bana
göre kendileri tasarımcıdır. Yani şunu demek istiyorum. Tasarımcı
olmak, ve de endüstride tasarımcıyım demek ne demek...? Ne demekleri
ortaya koyduk ve nasılları anlattık.
Değişen, ilerleyen Türkiyemiz’de açılması gereken kapılardan bence
en önemlisi tasarımdır. Yabancı kaynaklı televizyon programında,
yapılması düşünülen açılır kapanır spor kompleksinin maketini
tasarımcılar yapıyor. Mimarlar nasıl çiziliri tartışıyor ve de
sırası ile diğer mühendislikler konuya giriyor.
Devasa köprünün maketini tasarımcılar yapıyor. Şehre uygunluğu,
estetik yaklaşımlar, zamana karşı açıklığı vs... Bakınız dünya
nerede... Önce ortaya konulan tasarımcının dünyasıdır. Yoksa dört
adet sütünü denize indirip 6 şeritli yol yapmak sonra geliyor. Sakın
kimseyi de kırmayalım... Medeniyet tasarlamaktan geçiyor.
O neden ile adamcağız ben terziyim diyor... Stilistim, designerim,
tasarımcıyım diyemiyor...
Şehrin bir sokağına dikilecek dört adet
ağacın kararını bir belediye başkanı veremez... Zaten verdik de ne
olduğunun hali apaçık ortada değilmidir...
Şehrin halk otobüslerinin rengini de, ancak diyebiliyorsa birileri
"ben tasarımcıyım" karar verebilir. Gazetelerde okuyorum, şu
üniversitenin taşıtlar kürsüsü başkanı aracın renklerine onay
vermiş... Kendileri nedir... Designer, tasarımcı? Hayır, ise seçim
kesinlikle yanlıştır.
İşte benim hayıflanmam buralardan başlıyor. Bir örnek de vereyim.
Kadıköy'ün göbeğindeki üstünden tren geçen köprünün beton
ayakları... Sanırsınız ki dünyayı sırtlıyor... Yahu insan bir
Sultanahmet’teki caminin kolonlarına bakamaz mı?...Ha kimsede şimdi
biri dinamik biri statik demesin lütfen.Yani buna benzer bir sürü
yerlerde köprü ayağı gördüm.Bu kadar kalın, estetik duyguları bir
kenara atılmış, şehrin genelinden uzak olamaz.... Şehirdeki insan da
kale duvarı gibi köprünün ayağından rahatsızlığını ortaya koyamaz
ise, medeniyet elinizden kaçıp gidiyor demektir. Dedik ya, adam
köprü yapacak, önce tasarımcılarını çalıştırıyor... Buraya ne
yakışırı tartışıyor... Halkımın gözünden yanlışım kaçmaz, beni
ayıplar, geleceğe komiklik bırakmayalım heyecanını yaşamıyorsak,
medeniyet elimizden gidiyor demektir.
Hey koca Sinan, sende koca kalın kalın minareler yapamaz mıydın? Ne
kadar kolay olurdu, ya da kübbelerini hemen diki verirdin yanlarına
değil mi...? Ne altın oran ile tartışırdın, nede 1000 metreden nasıl
gözüküyoru, ne güneşin batışındaki ışık oyunlarınıı, nede şehrin
mozağine, estetiğine, mistik yapısına, zaman içersinde nereye gider
diye düşünmek zorundamıydın... Zorundaydın çünkü tarih sana koca
Sinan diyerek ancak ödeşebliyor.
Otomotivde de tasarım Koca Sinan gibi düşünenlerindir. Tüm ayrıntlar
ince ince, detay detay, zamana açık, temiz, kendi içersinde tutarlı,
tadında kararların verildiği uzmanlık dalıdır. Farların yapısı, arka
stop lambaları, gösterge saatlerindeki uyum, kapının kolu ve de tümü
ile aracın şekli.
Sen yeşil alan yaratıyorsun. Etrafına laf olsun diye birbirine geçen
demir çubuklar ile çimenleri koruyorsun güya. Halbuki estetik, yeşil
alanın sınırlarındaki estetik demirlerdedir. Demiri estetik çizemez
isen, paslanan, kırılan o demirler.........??? laf ola... İşte
yaşamımızdaki detaylar bunlardır. Ben şahsen bu görüntülerden son
derece rahatsız oluyorum. Bakıyorum adam evi yapmış, apartmanı
dikmiş duvar ise sanırsınız hapishane duvarı. Eğik, demirler öyle
konmuş. İnanamıyorum. Asıl duvar sanat kokacakki yaptığın iş iş
olsun... Neredeee... Neden yapıyor böyle... Her halde bir kaç kuruş
tasarruf... Hadi ya başka işinmi yok diyenlere; ellerinizi açıp
yalvarır şekilde açın şu Avrupa kapısını diye bekler dururlar...
Ama otomotivde bırakın Avrupaya gitmeyi, Avrupa hatta dünya nasıl
başardığımızı konuşuyor. Nasıl yapıyorsunuzu tartışıyorlar... Gayet
basit. Her detayı ama her detayı çiziyoruz. Tartışıyoruz, maketler
yapıyoruz, fikir alıyoruz, tenkite açığız, birbirimizi dinliyor,
sorumlulukları paylaşıyor, kimsenin işine karışamıyoruz .
Bilmediğimizi soruyoruz. Yapılanları izliyor, yapılacakları
tartışıyoruz. Hiç birimizin dediği dedik olmuyor, ilgili ilgisiz
kişlerden fikir alıyoruz, gittiğimiz yerin doğruluğunu defalarca
test ediyoruz. Her birim kendine patron oluyor, eteğindekini
döküyor, ayıklıyoruz, seçiyoruz v.s. Ve de tamam artık her şeyi
biliyoruz dediğimiz gün, yeniden öğrenmeye başlıyoruz. İlk günkü
heyecan ile kendimizi yeniliyoruz. Zamanın hızına yetişmek kolay
olmuyor. Şuraya 3 ağaç dikelim ile estetik olunmuyor. "Köprü
ayağıdır ne olacak " ile olunmuyor.
Sonra da kurban bayramlarında görülen zalim, ilkel, din dışı,
insanlık dışı, Allahımızın bile bakmaya cesaret edemeyeceği
görüntülerden rahatsız oluyoruz. Yok öyle şey. Sen şehrinde estetik
olguyu yaratama, kaldırımları istediğin gibi kapla, köprünün ayağını
duvar gibi yap, çarpık çurpuk binalara izin ver, şehrin göbeği diz
boyu çamur, reklam panolarını istediğin yerlere koydur, güzellik
adına doğadan başka bir şey katma...Cemaat hoca hikayesidir bu.
Amacım kalem kağıttan önce kafalarımızın tasarlanması gerekliliğine
bakıyorum. İnsanoğlu çevresine göre tepki verir. Stadyumdaki küfür
eden adamlar gibiyizdir. Bakınız aklıma ne geldi... İnsanın inanası
gelmiyor. Stadlardaki tuvaletlerin halini bilen var mıdır? Ben hadi
ismini vermeyeyim İstanbul’da bir stadyuma gittim. Bir İspanyol
itakımı ile maç vardı. Oturduğum tirübün de en pahallı yer. Yanımda
da bir sürü İspanyol seyirciler... Tuvalete gittim,manzara şu idi;
Tuvalete kadar yerde bir karış ne olduğu bilinmeyen su var...
İspanyollar dahil, ben paçalarımızı yukarıya kaldırarak yürüdük...
Tam bir rezalet ve de son perde, tuvaletin önünde tam bir kazma adam
ve de elinde ağaçtan kesilme bir sopa vardı... Sıraya mı sokuyordu
anlayamadım...!!!
Ertesi gün gazetelerde Allah'ın bir yazarı bundan bahsetmedi. Maçı
kazanmış olsak ne yazar, kaybetsek ne yazar... Ama eminim ve de adım
gibi biliyorum tuvaletteki halimizi İspanya'da yazmışlardır. Şimdi o
maça gelen İspanyolların Türkiye için imajı nedir...? Veya bu imaj
sahibi ülkenin hangi tasarımcısını ön plana çıkarabiliriz. Demezler
mi önce sen kendi tuvaletlerini tasarla diye...Hadi geçiniz oradan,
adam yarın Nişantaşı'nın göbeğinde deve kesse rahatsız
olmayacaksınız. Ama atılan bir gölü 3 ay yazacaksınız. Olması mümkün
değil... Yani ortam bu ise neyi nasılı tasarlamak ve de
tasarlamacıyıda ön plana çıkarmak, yani medeniyete yaklalamak
gerçekten zor. Yine de mücadeleye devamdan başka ne yazık ki bir
şansımız yoktur. Bu şansı er geç yakalayacağız. Çalışmaya devam....
Tasarımcı yaşamı eleştirir, kafası rahat değildir, çirkinlikleri
süzer, güzellikleri yapıştırır. Onun dünyası estetiktir. Çünkü
aldığı eğitimin ilk parçası ESTETİKTİR. Hangi ilimde, hangi
mühendislik dalında estetik yokturki..? Estetik medeniyettir beyler,
hanımlar. Yoksa sadece yüzümüze yaptırdığımız estetik değildir.
Konuyu yine otomotive bağlarsak, aracımızın müşteriye gitmesindeki
en önemli konu estetik oluşudur. Bu buzdolabıda olur, çorba
içtiğiniz kaşıkta olur, köprünün ayağı olur, hatta içtiğiniz ilacın
hapı bile olur. Doğaldır ki, direksiyon da, far da, pedal
gazıda..... Yazımızı toparlarsak, çevremiz tasarıma hazır mıdır?
ÇALIŞILMASI GEREKEN DERS BUDUR.
Bakınız otomotivde tasarım olan konumuzdan, nerelere akıp gittik...
Üzülerek söyleyeyim ki, hiç bir şey durup dururken olmuyor. Bu zaten
bir fizik ana kanunudur. Birey olarak rahatsızlığımızı dile
getirmekten, her konuda eksiğiz. Belki yılların getirdiği demokrasi
anlayışımızdan tutun da, eğitim alanındaki yüzdemizden alın da,
kültürümüzü yerleştiremediğimizden geçiniz de, basının kendi
içindeki tutarsızlığı alın da, basının işi gücü
Fenerbahçe-Galatasaray çekişmesine, yine futbol yüzünden
anlaşılmayan kindarlığımızdan alın da, yerlere tüküren, burnununu
sümkürüp pantolununa süren halkımdan tutun da, Türkiye televizyonuna
çıkan spor komiği adamından tutun da, sanat konusundaki
çaresizliğimizi tutun da...v.s.
Peki ne olacak şimdi..??
Olacak olan zamanın akıp gitmesidir...
Sıramızı bekleyeceğiz....!!!
YOKSA SUYA YAZI YAZMAK İSTEMEDİĞİMİ DE HAFİFTEN BELİRTMEK İSTERİM.
Saygılarımla.
|